Ana içeriğe atla

Cehennem'e bir bilet lütfen :)



Öyle uzun zaman oldu ki sinemaya gitmeyeli, bloglarda dolaşırken "Cehennem" filmi gözüme çarptı..
Baş rolünde Tom Hanks olması, filmin bir bölümünün İstanbulda çekilmesi ve en önemlisi Dan Brown kitabından uyarlama olması beni filme çekti diyebilirim..
Daha önce Dan Brown'ın "Da Vinci Şifresi" ve "Melekler ve Şeytanlar" kitaplarının filmi de çekilmişti, onlarda da Tom Hanks oynamıştı..
Filmin hakkında iyi kötü bir çok yorum yapılmış..
Kitabı okuyanlar , filmin kitaptan çok çok farklı olduğunu, kitaba sadık kalınmadığını düşünüyor..
Örneğin kitapta yaklaşık 200 sayfa İstanbuldan bahsediliyor ama filmde sadece son 15 dakika hızlı hızlı görüntülerin geçtiği bir istanbul var..
Film , kitabı okuyanları memnun edememiş olabilir ama ben okumadığım için gayet sürükleyici geldi..
Filmin konusu ise şöyle; zengin bir iş adamı, dünyadaki insanların büyük kısmının ölmesine sebep olacak veba virüsünü yaymak istiyor..
Bunu yaparken de virüsü öyle bir yerde patlatmak istiyor ki, kısa sürede bütün dünyaya yayılsın..
Virüsün nerede olduğunu kimseye söylemiyor ancak yerini işaret eden bir sürü şifre ve ipucu bırakıyor..
Bu şifreler de Dante'nin İlahi Komedya kitabıyla bağlantılı şeyler çıkınca, şifreyi çözmesi için profesör Robert yani Tom Hanks'den yardım istiyorlar..
Tabi virüsü alıp zengin ülkelere silah olarak satmak isteyen çok kişi olunca profesör kaçırılıyor, ellerinden kurtulmayı başaran profesörün Venedikte başlayan arama çalışmaları İstanbul'da sonlanıyor..
Virüsün yayılma yeri olarak İstanbul Yere Batan Sarnıcı seçilmiş, çünkü istanbul Asya ve Avrupaya açılan bir köprü ve milyonlarca insan yıl içinde burdan gelip geçiyor..
Tamam film kitaba sadık kalmamış olabilir ama İstanbulu göstermesi, tarihte ne kadar önemli bir nokta olduğunu belirtmesi, filmin kilit kısmının İstanbulda çözülmesi bunlar beni etkiledi..
Zaten kitap 576 sayfa, bunun hepsini 2 saatlik bir filme kim sığdırabilir ki..
Tamam filmde çok fazla olay örgüsü var, kim iyi tarafta kim kötü tarafta sürekli aklım karıştı, o ülkeden o ülkeye nasıl geçtiler bir sürü kafamın karıştığı yer oldu ama dediğim gibi genel olarak anlatılmak istenen ve İstanbul finali beni memnun etti..
Saçma dandirik bir filme gideceğime buna gittiğim için memnun kaldım, en azından parama değdi ;)



Yorumlar

  1. Merhaba;
    Kitabı okuyup giden arkadaşların da eleştirisi zaten esasında kitabı okuyamayanların bir kaç önemli ana konuyu anlayamayacağı olmuş . Çünkü biz okumasak neden o sahne var anlayamazdık diyorlar ...
    Belki Harry Porter gibi iki bölüm yapsalardı daha hoş olabilir ve İstanbul daha güzel görünebilirdi ...
    Hiç Dan Brown okumayanlar bile İstanbul nedeniyle kitaba ilgi gösterdi ... Hatta sonrasında filmi olacağını düşündükleri için oldukça heyecanlıydı ....
    Ben kitabı okuyanlardanım ve merak ediyorum filmini de ....
    Güzel ve keyifli bir hafta diliyorum ...

    Sevgiler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet film 2 seriden oluşabilirmiş hakkaten, bazı hiç hiç anlamadım çünkü.. Gidince yaz yorumlarını bir de seninkini okuyalım ;)

      Sil
  2. mervecim evet buna bloglarda rastlıyorum. ben de kitabı okumayı düşünmüyorum direk filme atlayacağım :) Yine Langdon mi başrol oyuncusu:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. evet yine Langdom :) ama bu filmde baya yaşlanmıştı ya..

      Sil
  3. Virüsün İstanbul'da yayılması da manidar tabi. Boşuna uğraşmasınlar. Allah'ın izniyle elde edemeyecekler.

    YanıtlaSil
  4. Bu serinin filmini zor ölüme benzetiyorum ben. Langdon karakterini oynayan oyuncu zaten yeri geliyor herseyi gölgede bırakıyor. Alıcı, birnsaniye durmuyorsun filmde sıkılmadan akılcı bir şekilde seyirciyi cekiyor. Ama sonuncusunu görmedim daha mutlaka seyretmeli vakit bulursam da okumalıyım aslında. Su sıralar seyretmeyi tercih ediyorum ;)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. okuma kültürü olanlar için kitap daha zevkli oluyor, ben pek geliştiremedim o yönümü :) iyi seyirler şimdiden..

      Sil
  5. Ben ilk iki film kadar iyi bulmadım. Özellikle İstanbul kısmında olduğu gibi hızlı geçilen bölümleri gördükçe biraz dağılmış gibi geldi hikaye. Ama bir Robert Langdon macerası izledik sonuçta. Ülkeden ülkeye geçtik, sanat kültür dinledik, iki tablo gördük, gözümüz gönlümüz açıldı. Yani evet, paramız ziyan olmadı. ;)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. aynı ben de çıktığımda kafam karışıktı ama içim rahattı :)

      Sil
  6. Ben de epeydir gitmiyorum.Bu filme gideyim.Bu arada iade-i ziyarete geldim.Sevgiler :)

    YanıtlaSil
  7. Ben kitabı okumuştum ama filminin çıktığını bilmiyordum :) Öğrendiğim iyi oldu, Tom Hanks oynuyorken üstelik ♥

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. vizyondan kalkmadan yetiş o zaman canım :) iyi seyirler

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Peçete Katlama Teknikleri

bir kadını en mutlu eden şeylerden birisi de yaptığı yemeklerin beğenilmesidir.. mesela ben, yemeğe başladığımızda eşimin suratına bakarım hemen :) ifadesinden ya da iştahla yemesinden -heh beğendi, diye bir ohh çeker devam ederim yemeğe :) yemeklerden ziyade sofranın cicili bicili süslenmesi de o yemeklerin iştahla yenmesine yardımcı oluyor bence.. illaki pahalı runner, amerikan servisi alacaksınız diye bir şey yok.. elinizde olan malzemeler ve çiçeklerle de sofranızı renklendirebilirsiniz.. genelde kağıt peçete kullanıyorum ben,  kağıt olsun kumaş olsun basit hareketlerle peçetelere değişik şekiller verebiliyoruz.. en azından bu posttan sonra ben daha çok özen göstereceğim :) işte bir kaç peçete katlama tekniği.. hangisi kolayınıza gelirse artık.. *fotoğraflar alıntıdır: pintereset.com

Bir bardak çayın hikayesi..

Kaynana alt demlik gibidir, kaynadıkça fokurdar durur... Gelin üst demlik gibidir, alt demlik kaynadıkça yukarda demlenir durur.. Damat çay bardağı gibidir, biraz kaynana doldurur biraz gelin.. Kaynata çay tabağı gibidir, dökülenleri toplar.. Görümce çay kaşığı gibidir, ara sıra gelir karıştırır gider.. Çocuklar ise şeker gibidir, çayın tadına tat katar, yüzleri gülümsetir.. Kısaca bir bardak çay aile demektir :) *** Karadenizde anlatılan meşhur  hikayeyi bilmeyen yoktur sanırım.. çocukken hayranlıkla dinlerdim çok hoşuma giderdi.. bilmiyorum ne kadar doğru ne kadar yanlış ama şuanda benim için pek geçerli değil bu hikaye.. eskidendi böyle kaynana gelin muhabbetleri.. gelin aldık demek temizlikçi aldık demekti, gelin aldık demek aşçı aldık demekti, gelin aldık demek hizmetçi aldık demekti yalan mı? eski gelinleri az oturup dinleyin hiç biri güzel şeyler anlatmıyor.. ara sıra bana soruyorlar nasıl alışabildin mi evliliğe diye? tabi çok iyiyim , mutluyum diyorum.. güzel

Annemin evine giderken, annemin evinden dönerken :)

derler ki; şanslı annelerin ilk çocukları kız olur, daha şanslı annelerin ikinci çocukları da kız olur ^_^ biz iki kız kardeş olduğumuza göre benim annem çok şanslı oluyor bu durumda :D bir de kendine sormak lazım tabi.. evlendik ev boşaldı rahatladım sanmayın diyor annem, şimdi daha çok aklım sizde kalıyor.. bir kişi gittiniz evden iki, üç kişi olarak geliyorsunuz şimdi daha kalabalık oldu ailemiz.. ben acırım yavruma yavrum acır yavrusuna diyor.. o yüzdendir sanırım anneme ne zaman gitsem boş valizle gidip, dolu dolu valizlerle dönerim evime.. istanbulda sanki patates yok anne diyorum, köy patatesi gibi olmaz diyor.. istanbulda sanki turşu yok anne diyorum, ev yapımı gibi olmaz diyor.. istanbulda sanki peynir yok anne diyorum, bizim peynirimiz gibi olamaz diyor.. öğrenciyken valizime köy yumurtası koymaya kalkmıştı zor engel olmuştum :) o yüzdendir ki ne kadar büyüsek de biz annelerimizin gözünde hala bebeğiz.. evlensek de.. anne olsak da.. verdikçe içi rahatlıyor..